Sunday, November 14, 2010

uzun bir aradan sonra gaayet siradan bir yazi

Bugun doktora yapan bir arkadasima damarina basmak icin "Siz ogrenci bile sayilmazsiniz, sadece yetiskin olmayi becerememis yetiskinlersiniz" dedim.

Ardindan telefonla konusurken kardesime once 'kucuk suratli' dedim, sonra durumu toparlamaya calisirken "Kafa ile surat farkli seyler. Bunu nasil bilmezsin? Anaokulu konusu yahu bu" diye cikistim.

Gercekten sosyal olarak cok basarili, agzimdan bal damlayan bir donemimdeyim. Su tatli dile bakar misiniz? Sonra da 'niye arkadasim yok' diye dertleniyorum. Bu gidisatin sonu yalniz cumartesi aksamlarinda gugil'a ben niye boyle yalniz kaldim diye sormak, ayagimi denk alsam iyi olur.

Saturday, August 14, 2010

kardesim beni cok seviyor

-sence ben diger insanlara yaklasmasi kolay, sicak bir insan izlenimi mi veriyorum?
-valla abla, simdi biliyorsun bir evlenilecek kizlar var bir eglenilecek kizlar...
-eee?
-bir de bana uzak allaha yakin olsun, allahim nutfen nutfen bana bulasmasin dediklerin var. bence seeeen o son kategoriye aitsin.

agliyorum su an.

Friday, August 6, 2010

dest-i izdivac

-bu cumartesi kilyos'a gidelim mi?
-olmaz ben ogretmenimin dugunune gidicem
-aksam b. abilere yemege gidilmiyor muydu?
-gitmicez iste, oglen gidip gelicez. aksama dugun var, yemege gidersek yetisemeyiz.
-bari oglen gitmeyelim sicakta, aksam ustu?
-dugune yetismem lazim diyorum.
- ay bu ne dugun hevesi? goren de altinlari buna takcaklar sanacak.
-dugun!

Tuesday, July 20, 2010

tatil koyu-animasyon

(yazarimiz tatilde oldugundan boyle bastan savma yazi yaziyor- hincal uluc gibi fikra da anlatabilirdi, buna da sukur)

[kardesimle ayni odada, uyumadan once]

-eriiiiik, erik nortmiiin.
-allahim ne gunah isledim de bana boyle bir cezayi reva gordun? her aksam ayni cile.
-ne cilesi be?! bu ne kadar buyuk bir sans farkinda misin? yarin birgun biyografimi yazmak icin seninle gorusmeye geldiklerinde, 'sezen hanim en parlak fikirlerini gece tam uyumadan uretirdi, onunla her gun yeni bir maceraydi' diye anlatabilmek serefine nail olacaksin. misyonun agirligina yakisir hareket et, sen chosen one'sin, secilmis kisisin.
-secilmis kisi mi? nerden secilmis? cami avlusundan mi?

Thursday, July 8, 2010

saray entrikalari (behlullu)

ulkemiz icin adeta bir turizm burosu gibi calisip her yaz sagdan soldan ziyarete gelen arkadaslari gezdirmekle yukumlu oldugumuzdan istanbul'un tarihi ve dogal guzellikleriyle istemedigimiz kadar icli disli olduk ailecek.

turizm ve iyiniyet elciligi gorevini normalde milas'ta surduren bir arkadasla beraber ucuncu bir arkadasi istanbul'da gezdirmeye ugrasiyoruz. kardesim de mihmandar ekibine dahil (bu arada bu detaylarin esas konuyla hic mi hic ilgisi yok, lafa niye burdan basladim bilmiyorum, o kadar yazdim silmeyeyim diye devam ediyorum)

neyse sultanahmet, aya sofya derken bu sefer de beylerbeyi sarayi'na gittik. sarayda orijinaline sadik kalinmis perdelere, dosemelere bakarken icim eridi; her gordugume 'bundan istiyorum, bana bunu alin' diye yapismaya kalktim. en son II. abdulhamit'in buyuk bir incelikle islenmis calisma masasini gordugumde beraber gezdigimiz kafileden ayrilip kordonlarin ustunden atlamaya calisirken 'masa, masa, masaaa' diye feryat etmeye baslayinca kardesim cok isabetli bir tespitle 'abla kendine saraydan esya sectiginin farkinda misin, biz sana ikea katalogu filan bulalim, lutfen kendine gel, evine ve yuvana geri don, karin ve cocuklarin seni cok ozluyor ' dedi.

ne diyebilirdim ki [ yazima aylardir beklenen kapanis icin drum roll nutfen ...digidigidigi... ]

"adam hakli beyler"

(yazi icersinde drumroll efektini bu kadar yapabildim, bu arada size bir mesajim daha var sevgili okuyucularim, araya girmisken soyleyeyim dedim: hani bizim bilet paralari? nerde? siz boyle cimrilik ettiginizden eldeki imkanlar ancak bu kadarlik drum roll'a izin veriyor farkinda misiniz? zinisim adnikraf ninekilhet? direkt para gonderemiyorsaniz masa gonderin? abdulhamit masasi? yastik kilifi da olur?)

Saturday, June 26, 2010

sinema, entelijansiya, konjonktur!

bugun kahvaltida ogleden sonra hangi filme gidilecegi konusuluyordu. kardesimle topu surekli birbirimize attigimizdan ikimiz de internetten su an hangi filmler oynuyor diye bakmamisiz. en sonunda vizyonlu bir lider gibi 'tamam ben gidip bakiyorum' diye olaya noktayi koymaya karar verdim. babamin mudahelesi gecikmedi:

-size kim sinemaya gidebileceginizi soyledi?
-ben iste filme gidemiyoruz, bari resimlerine bakalim diye bilgisayari acmaya gidiyordum
-resimlerine de bakamazsiniz
-yazilari okusak sadece?
-tamam o olur, cok acmayin interneti, azicik kisikta kullanin, hemen bitmesin

ey kari! bunca zamandir sonuna kadar acamadigim internetlerde size blog yazisi yetistircem diye ugrastim, artik siz de sevabina aranizda para mi topluyorsunuz napiyorsunuz, su yaziyi okuduktan, bu zulme taniklik ettikten sonra bu babasinin baskisi altinda cile ceken edibenize iki sinema bileti alirsiniz, nankor degilsiniz ya?

(niye iki bilet, cunku kardesim olcak o kisi de bu aralar pattis kizartma konusunda kendini baya gelistirdi, kunefe yapmayi ogrensin diye lobi yapicam, hadi gari, hepiniz bi lira verseniz...)

Sunday, June 20, 2010

saglikli birey yetistirme rehberi

her sevgi dolu ve cocuk psikolojisinden anlayan abi/abla gibi ben de kardesime kucuklugunden itibaren kah uvey evlat olusuyla ilgili, kah cami avlusunda nasil bulunduguna dair, kah o bebekken onu doktora goturdugumuzde doktorun bu cocuk anormal deyisine deggin bir suru hikaye uydurup anlatarak saglikli gelisimine ve topluma faydali bir birey olarak katilma surecine elimden geldigince katkida bulundum.

bugun, benim sayemde, tanidiklarin evlerinden ote beri calmak, ara sira kimi ufak binalari atese vermek, ve bagimlilik problemleri haric hicbir sorunu olmayan sapasaglam bir yetiskin olan kardesim bana patates kizartip getirmis. o esnada fonda calan mustafa sandal'in demo sarkisinin etkisiyle aramizda soyle bir konusma gecti:

-afferim, cok guzel olmus bunlar, senden onceki kardeslerim hep demoydu, senin performansin yerinde oldugu icin aramizda bugunlere gelebildin
-digerleri noldu peki?
-iste cami avlusuna goturup iade ettik
-beni aldiginiz cami avlusuna mi?
-evet, cami avlusu cocuk exchange burosu, memnun kalmadigin cocugu goturup yenisini aliyorsun.

bu uyaridan sonra hicbir sey icin gec olmadigini, sanli turk ablasinin en ufak bir kusura bile goz yummayacagini, yarin yine patates kizartmazsa kendisini tekrar cami avlusunda bulacagini anlamistir umarim.

biliyorum okuyorsun bu blog'u, yarin pattisler bugunku kadar yagli olmasin mumkunse. opuyorum.
sevgi dolu ablan,
-s

Tuesday, June 8, 2010

kotu blog yazisi is better than no blog yazisi

anneciyim de butun umutsuz ev kadinlari gibi 'ne pisirsem' derdinden muzdarip. turk ev kadinlari dernegi'nin gecen seneki yillik bulteninde de degindigi uzere 'adini koyduktan sonra o yemek nasil olsa piser' ancak her gun pisirecek bir seyler dusunmek, hele de kardesim ve benim gibi asiri yemek secen iki kisiyi de goz onune alarak allah'in gunu menu hazirlamak oldukca zor, bunu kabul ediyorum.

annem bu duruma soyle bir cozum getirdi, her gun ne yemek pisirilecegini artik bana soruyor. bir sure sonra benim icin de bir problem haline gelen bu surecte baslarda isgoren 'yae ne pisirirsen pisir ben yerim yea' turu savusturmalarim artik annemin blofumu srrak diye gorup birak yemeyi, piserken kokusuna bile dayanamadigim parca etli nohut yemegini "iyi o zaman nohut yapiyorum" diye one surmesiyle gecersiz hale geldi.

ama bana o kadar balik yagini bosuna icirmediler sevgili okuyucularim, zalimin zulmu varsa benim de karsi atagim var. son birkac gundur ne zaman "ne yemek pisirsem" diye gelse gozlerimi uzak bir noktaya dikip gayet sikici ve monoton bir ses tonuyla basliyorum:
"yemek yemek tarihin baslangicindan bu yana icinde bulundugumuz bir ugrasidir. beslenmek adeta nefes almak, su icmek gibi hayati bir gereksinimdir. insanlar varoluslarinin baslangicindan gunumuze degin yemek yemek icin cesitli yontemlere basvurmustur. kah orada kah burada, o bayan su sekil bu bayan su sekil..." derken benim hitabetim tukenmeden annemin sabri tukeniyor ve yirtiyorum.

kucuk insanlar kisileri, orta capli insanlar olaylari, buyuk insanlarsa kavramlari konusur sayin okuyucularim. biz de her gun iki keskin zeka, iki bukulmez bilek yemek kavramini boyle ele aliyoruz iste. unutmayin kartallar da zirveye cikar, yilanlar da. ama biri ucarak oburu surunerek varir o zirveye. analar, analarimiz.

Monday, April 26, 2010

tembeller icin iyi gorunme kilavuzu

(sozluge yazdigim bu yaziyi alip oldugu gibi utanmadan bir de buraya koyuyorum)

zaman zaman sozluge, 'kadin' bloglarina filan bakiyorum; iste yeni baslayanlar icin makyaj, ideal sac renginizi bulun, yuz tipiniz icin uygun sac kesimleri, cilt tipinize uygun nemlendirici secmenin puf noktalari bilmem ne, hicbisi anlamiyorum. concealer'iniz tonu fondoteninizle soyle olsun, clinique dark spot corrector'in ustune tanimam, highlightlarinizi soyle yaparsaniz oval yuzler icin ideal filan bunlar yeni baslayan bana degil yardimci olmak, ruhumda hayatinda ilk defa gordugu bir makineyi cince kullanim kilavuzuyla birlestirmeye calisan insan caresizligi uyandiriyor. ben dark spot corrector diye bir urunun varligindan haberdar olsam, yeni baslayanlar seysinde isim ne, hayatini kozmetige adamislar kulubunde as baskanlik yaparim. su entry'yi yazmak icin bile gugil'dan arattim makyaj malzemesi adlarini, kendi kendime ornek bile veremiyorum concealer vs diye, uc kozmetik urunu markasi say desen sayamam (arko sayiliyor mu?). yok mu soyle sacini taramaya usenenler icin puf noktalar, yavas yavas isindirin bizi mevzuya? sen oyle hop diye blusher'dan bronzer'dan girersen (ben daha fondotenle pudrayi birbirinden ayiramiyorum) bak kaybettin benim gibi 'yae birak yae, sabah bi yuzumu yikasam yeter, maksat gozumde capak olmasin'cilari.

yillardir bu yareyi icimde tasiyip istikbalime baktikca mucrim gibi titredikten sonra bu mevzuya kendim el atmaya karar verdim. korkmayin tembeller, korkmayin evinde ilac icin bir arko krem bile olmayan usengecler, korkmayin 'su kaslarini almazsan artik seninle gorusmeyecegim' diye resti ceken arkadaslari yuzunden yalnizlar rihtiminda mendil sallayanlar. artik sizi de dusunen birileri var. bakin en on numero stratejimle basliyorum ogutlerime:

surekli pijamayla gezin. ay ben utanirim sokaga oyle cikamam, bizim mahallede beni oyle tefe koyar calarlar diyorsaniz en azindan evde dizlenmis asortman altlari, camasir suyundan delik desik olmus rengi atmis tisortler, pazardan alinmis yikanip cekmis balkabagi turuncusu pijamalarla gezin. butun sosyal okazyonlari evinizden halletmeye calisin, 'simdi orada kim bilir kac paradir, evde rahat rahat oturalim, icine ne koyduklari belli degil pis mi temiz mi' gibi ne kadar mazaret varsa one surun, disari cikmayin, evde de pijamayla durun. hatta benim gibi yuzsuzlugu ele alin, bayram ziyareti icin evinize gelmis 60 yasindaki enisteniz, teyzeniz, evli barkli kuzenleriniz, ve onlarin cocuklarinin karsisina da pijamayla cikin, 3 yasinizdaki yegeninizden 'sezen abla niye hala yatak kiyafetiyle geziyorsun' diye firca yiyin.

yahu biz iyi gorunmek istiyoruz, sen bizi cumle aleme rezil mi edeceksin dediginizi duyar gibiyim. durun bir saniye. isin puf noktasina geliyorum. iste boyle boyle yakin cevrenizi ve kaslariniz yuzunden sizinle muhabbeti kesmemis gercek dostlarinizi (dost'a nasil verdim vurguyu, dikkatler buraya nutfen) sizi pijamayla gormeye alistirdiktan sonra, yanilip sasip da pijamayla yer almanizin mumkunati olmayan bir durumun icinde bulunca kendinizi, ustune basilmaktan pacalari yirtilmis uyduruk kotla da dahil olmus olsaniz ortama butun iltifatlari toplayacaksiniz. ay ne kadar guzel, ne kadar sik olmussunlar havada ucusacak. beklentileri o kadar dusurmus olacaksiniz ki, nihayet 4 beden buyuk filli boya tisortunu cikardiginiz icin oscar de la renta'dan giyinmis izlenimi yaratacaksiniz(oscar'i da gugil'dan baktim). dayimin beni aylar sonra ilk kez kot pantolonla gordugu gun sevinc gozyaslari icinde anneme telefon ettigi vakidir diyeyim gerisini siz tahayyul edin.

simdi boyle kilavuz dedim diye bussuru baska madde bekliyor olabilirsiniz, valla ben yillar icinde bi tek bu stratejiyi gelistirebildim, cok da ekmegini yedim. bastan dedim tembelim diye, kalanini da siz sey ediverin artik.

unutmayin, cirkin kadin yoktur, bakimsizligini stratejiye donusturemeyen kadin vardir.

Saturday, April 17, 2010

biz cocukken internet yoktu

gecenlerde (gecenlerde dediysem nereden baksan iki ay oluyor, uzak gecmisten 'gecenlerde' bahsetmek de yaslanmanin alametlerinden; "sene bindokuzyuzelliyedi, hic unutmam, cihan harbinden yeni cikmisiz" turunde asilsiz ve de basi sonu belirsiz anilar anlatmaya baslamam yakindir) aile fotograflarina bakiyoruz .

ne zamandir elime gecmemis bir albumun sonlarinda yerde halinin uzerinde, sonra annemlerin yataginda tepine tepine aglarken cekilmis resimlerim dikkatimi cekiyor. neden garipsedigimi anlayamadigim bu resimlerde ben yuzum gozum sismis kizarmis, sac bas dagilmis, salya sumuk birbirine girmis yerde yatarken fonda annemin ayaklari gozukuyor.

sonradan olaya uyaniyorum: annem geride oturmus, babam resmi ceken kisi, peki aglayan beni susturmak kimsenin aklina gelmiyor mu? annemle babam masallah birer belgeselci, hic killari kipirdamadan 'dogal ortaminda gozlemledigimiz sezen hayvani oyuncagini alip saklayinca ofkesini kendini yerden yere vurarak gostermeye calisiyor' diye sogukkanlilikla bu anlari belgelemisler. sosyal bilimci misiniz, gazeteci misiniz mubarek? bu ne gorev aski, bu ne objektiflik? bunlar tarihi belge sayilir, mudahele etmek meslek ahlakina yakismaz diye mi dusundunuz? ondan mi resmimi cekmek yerine alti mi islak karni mi acikmis diye bakmadiniz allahsizlar?

bu gozlemlerimi kardesimle paylasirken kardesim "benim aglarken cekilmis resimlerim yok, herhalde bu doga olayi ben dogana kadar annemler icin yeniligini yitirdi" dedi. bence "ay huseyin kos kos, simdi de sumugu akiyor cok komik ayol"dan "galiba bize bir sey anlatmaya calisiyor" evresine gectiler, o yuzden cekmediler o resimleri. kardesim yatsin kalksin ikinci cocuk olduguna dua etsin. ben de derdime yanayim. kameralar esliginde.

Thursday, February 18, 2010

gercekler acidir, baklava da ic bayar

gecenlerde bir aile toplantisinda buyukler masanin etrafina toplanip dedikodu yapiyor, ergenler iceride televizyon seyrediyorlarken cocuklar, yani kuzenimin 7 yasindaki kizi ipek ve ben de oturmus muhabbet ediyorduk.
konusmanin baslarinda nereden aklima estiyse sordugum "ipek sence ben kac yasindayim" sorusuna muhtemelen ipek'in evreninde 'cok yaslisin' demek olan "15 yasindasin" cevabiyla 'oh oh yillara meydan okuyorum' diye nesem yerine gelmis, konusmamiz dereden tepeden seyrini surduruyordu.
ipek bana okul maceralarini anlatirken bazen arkadaslariyla konusacak bir sey bulamiyor olmasindan yakindi. ben de 22 yillik engin hayat tecrubem, yillarin imbiginden suzulmus bilgeligimle kendisine akil vermeye, yukselen yeni nesili aydinlik pinarimdan mahrum birakmamaya karar verdim:
-ipekcim izlediginiz filmlerden, cizgi filmlerden bahsedebilirsiniz, okudugunuz kitaplari birbirinize anlatabilirsiniz, sevdiginiz diziler, dinlediginiz sarkicilar...
-ama sezen abla, benim arkadaslarim oyle seylerden hoslanmiyor ki. benim arkadaslarim EGLENCELI seylerden hoslaniyor.

eglenceli dedi. bana dedi. benim arkadaslarim eglenceli seylerden hoslaniyor dedi.

yoldaslarim! bunca yildir benim sikici muhabbetime katlanmis, yine de beni yalniz birakmamis vefakar dostlarim! ben aldigim bu darbeden sonra bir daha iflah olacagimi sanmiyorum. onumuzdeki gunlerde issiz bir magarada yaralarimi yaliyor olacagim. siz bundan sonra yola bensiz devam ediniz.

cok bile dayandiniz.

Sunday, February 14, 2010

sanat hayatimda yeni bir sayfa

dikis makinesine yer acmak icin evden atilmak uzere oldugumu anlayinca kardesimin isportacidan aldigi takma sakal biyigi yuzume yapistirip "mafyayim ben, meksika mafyasi" diye gezinerek dosta guven verip evdekilerin yuregine korku salma planim basarisiz olunca yeni bir icat cikardim.
babamin bir yerlerden komikligine bulup getirdigi ufak boy uyduruk darbukaya rastgele vurarak evdekileri pusuya dusuruyor "sokak calgicisiyim ben, bana para verin" diye gercekten kopru altinda yatacagim gunlerin rizkini cikarmaya calisiyorum.
verdikleri on kuruslarla bu is nasil hallolacak onu da bilmiyorum. ulkemizde sanatin hali gercekten icler acisi. sanatciya saygi sifir. annem olacak o kadin dikis makinesi darbuka caliyor olsaydi ona on kurustan daha fazlasini layik gorurdu, bundan da adim gibi eminim. az kaldi ama. yakinda isterse yaptigi mantilari dikis makinesine yedirsin. ben sanat hayatimda yeni bir sayfa aciyorum. bekle beni unkapani, ben geliyorum.

Sunday, January 31, 2010

katar katar trenler

kardescegzim, yavrucagim katar'a gitti. bu aralar yazacak bir sey aklima gelmediginden son konusmalarimizi paylasayim dedim:

- abla burda herkes cok zengin, insanlarin cantalarindan ikiser ucer blueberryler dokuluyor
-hahahaha, telefonunun tuslarinin numerolari bile silinmis pis fakir, blackberry demek istedin herhalde, yuksek sosyete icinde senden kardesim diye bahsetmeye utaniyorum resmen
-simdi sen pek bilmiyor olabilirsin, turkiye'de yasadigin icin yuksek vergilarden dolayi sizin sosyete alamamis olabilir. biz araplar burda blackbberry'nin yeni modelini kullaniyoruz adi da blueberry.
-bir 'buluberi' icin iki dakikada turkluk onur ve gururunu sattin. deveye binen, collerde gezen, pis arapligi benimsedin. holdeki ataturk resmi agliyor su an biliyor musun?

bu son mailimden sonra kendisinden haber alinamadi. ama kurumumuz basin ilkelerine saygili, gazetecilik ahlakina vakif bir yapilanmadir. kendisi yukaridaki suclamalara yazili veya sozlu cevap verdigi takdirde, eger isterse, cevabi yine bu sayfadan kamuoyuna iletilecektir.

saygilarimla
libra serafettinabla

Saturday, January 16, 2010

annem ne demek istiyor -2

evde istenmiyor olusumuzu icime sindiremedigimden anneme dun kardesimle bizi ust uste yigmak pahasina elde edecegi depoya ne koymayi planladigini sordum:

-dikis makinesini filan koyarim
-sen ben bu dikis makinesini kullanmiyorum aticam artik demiyor muydun?
-supurgeyi de koyarim, koyacak bir sey bulurum

oda ortadan ikiye bolunecek; bir yariya benim yatagim, kardesimin yatagi, iki kitaplik, iki komodin, bir calisma masasi ve gardroplar, obur yariya da atilmasi dusunulen dikis makinesiyle supurge konacak.

dunyada esyalari rahat ettirmek icin insanlarin saga sola tikistirildigi ilk ev bizimkisi herhalde. ben burdan umudu kestim. evinde beslemek uzere evcil hayvan arayan?

Thursday, January 14, 2010

annem ne demek istiyor?

annem cok bayilmasa da ben su an oturdugumuz evden oldukca memnunum. annemin de memnuniyetsizligi neden kaynaklaniyor tam olarak anlayabilmis degilim.

gecen gun sey dedi mesela: sizin odayi duvarla soyle ortadan ikiye bolsek, yarisini depo olarak kullansak size yine de baya yer kalir gibi (kalan yere yan yana yapisik yataklarimizin bile sigmasi mumkun degil). su an bizim olan odaya da zaten onun 'eve gelen giden oluyor. iki kardes iki odayi zapt ettiniz, sizin ikinizi ayni odaya alalim, obur odayi misafir odasi yapalim' demesiyle dolustuk.

bir ay kadar once de mutfaktayken durup dururken 'kardesin universiteye baslasin da rahat rahat yerlestireyim su dolaplari' demisti. kardesimin universiteye baslamasiyla rahat rahat yerlestirilen mutfak dolaplari arasinda bir ilgi kuramamistim acikcasi.

kendisinin zaman zaman bir bize, bir kitapliklarimiza bakip 'bunlar ne zaman gidecek bu evden' diye ic gecirdigi de vaki. kitapliklari kast ediyor tabi. 'ileride biz babanla ikimiz kalinca bu evde, su evin sikis tepisliginden de kurtulmus olacagim' derken evi sikis tepis yapanin hala sakladigi 30 senelik ceyizleri oldugunu ummak istiyorum.

annem bize bir sey anlatmaya calisiyor ama ne? cozemedim henuz.

Sunday, January 3, 2010

bilgi cagi, internet, kitap okumak

eksi sozluk'te dun cok atesli bir kitap okuma tartismasi dondu. kitap okumanin eksikliginin hissetmemenin buyuk bir kayip oldugunu savunanlarla 'uzay cagi'na girdigimiz su gunlerde internetler filan dururken hayla daha kitap mi kaldi'cilar birbirlerine girdiler.

ben sahsen tabi ki bu tartismada internetcilerin tarafini tutuyorum. bilgi edinmek istiyorsam acip internete, wikipedia'ya bakmak yerine sayfalarca kitap okumanin mantikli bir tarafini goremiyorum. kitap zaten cok statik, kendini guncelleyemiyor. simdi herhangi bir saygin yayinevinin yayinladigi herhangi bir kitabi acip baksam, hicbirinde tavani michelangelo tarafindan resimlenmis 16. sapelden (sixteenth chapel) bahsedilmedigine adim gibi eminim. ama internet oyle mi, tak yaziyorsun "sixteenth chapel" diye google'a, istemedigin kadar site, resim aninda karsinda (sipesil tenks tu steven pinker for di inspireysin).

yok ben illa kitap okucam diyorsaniz da sparknotes'da ozetleri var kitaplarin, aradaki laf kalabaligiyla vakit kaybetmeyin, ordan okuyun. bu kiyagimi da unutmayin.

http://www.newyorker.com/humor/2009/11/09/091109sh_shouts_cowen